21 Temmuz 2016 Perşembe

Ne düşünüyorsun?


Facebook her aktif olduğunuzda karşınıza ilk çıkardığı "Ne düşünüyorsun?" sorusu ile bizden "Sana fikrini soran oldu mu?" deme hakkımızı elimizden aldı.
Herkesin bir fikri var ve görünen o ki bu fikri açıklamak için merak edenin kim olduğu önemli değil.
Hem kullanıp hemde sosyal medya eleştirmenliği yapmak da tam benim gibi bir şovanistin işi değil mi?
Fikir özgürlüğü güzel şey, üstelik olmadığını söyleyen bu kadar ses varken. 

Bana da fikrimi soruyorlar. 
Söylediğimde, karşılaştığım iki farklı reaksiyon var. 
Birincisinde, fikrimi soranla aynı fikirde oluyoruz. Konuşma bir kişinin fikrini sorup-öğrenmekten çıkıp. Bu fikri savunacak en iyi örnekler ve tezler bende yarışına dönüyor. 
İkincisinde, fikrimi soranla aynı fikirde olmuyoruz. Beni hiç dinlemiyor. Konuşmamı zoraki eslerle bölüp sürekli bir ama ile söze karışıyor. Sonunda bu durumdan bana bıkkınlık gelip sustuğumda kendi fikrini empoze etme hayali ile yorulana kadar konuşuyor. 
Bazen sussun diye fikrini empoze ettin izlenimi verdiğim arkadaşlarım oldu. Onlara buradan en içten özürlerimi iletmiyorum!

Şimdi (15-21.07.2016) Kimlerle aynı fikirdeyim, kimlerle değilim. Bu konuda bir fikrim yok.
Facebook size "Ne düşünüyorsun?" diye sordu ve sizler cevaplarınızı verdiniz, veriyorsunuz!
Karşılıklı bir konuşma olmadığı için verebileceğiniz en büyük es okumayı bırakmak olacak ki.
Okumaya başlayanların yarısından fazlasının buraya kadar bile gelmediğine eminim.


İhtilal; Teşebbüs, Kalkışma!
15 Temmuz akşamı uzaylılar Türkiye'de ihtilal teşebbüsünde bulunmuş olsalardı inanın çok şaşırırdım.
Ama öyle olmadı ve ben hiç şaşkın değilim. Tamam anlayamadığım çok şey var. Ama kesinlikle şaşkın değilim.
Düzenli bir şekilde akşam haberlerini izlemeye başlayıp, biraz gazete köşe yazarı falan okumaya başladıktan yaklaşık 2 yıl sonra şaşırma yetimi kaybettim. Tartışma programlarını izlemeye başladıktan sonrada "fikrimi beyan etme" fikrinden soğudum. (Evet, bu soğumuş halim.)

Her zaman konuyu anlatan daha iyi bir örnek vardır. Şuan benim aklıma sadece prizde unutulmuş ütü geliyor. 
Ütü prizde unutulur, kimsenin bilerek ütüyü prize takılı bırakıp olacakları izlemek için oturup bekleyeceğini düşünmek istemiyorum. 
Biz, (ki bu biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyen herkesi kapsıyor.)
Ütüyü prizde. (Bu ütü darbe teşebbüsünde bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi kapsıyor. Daha ak koyun kara koyun belli değil dikkatinizi çekerim.)
Unuttuk. (Nasıl olduğu önemli mi? Birileri unutturmak istedi ve bizimde niyetimiz vardı unuttuk. Birileri unutmayalım diye bir yerlerini paraladı ve bizim işimize gelmedi unuttuk.)

Sonuç ortadayken sürece bakmanın tek faydası aynı şeyin tekrarlanmaması için bir garantidir. 
Ama biz sürece böyle bakmıyoruz. 
Suçlu arıyoruz. 
Bulmakta zorlanmıyoruz. 
Gazeteler aha darbeciler diyor. Boy boy fotoğraflar yayımlıyorlar sizde en iyi yaptığınız şeyi yapıyor. Nefretinizi ve kininizi kusuyorsunuz. 
Yemin ediyorum başınıza ne geliyorsa unutkanlığınızdan geliyor.
Ergenekon davası fos çıkınca içeride 5 yıl suçsuz yatan askerlere sizin verginizden kesilen milyonlar tazminat olarak ödeneli daha 1 yıl olmadı üstelik.
Unutacağınızı bildiğiniz için mi bu kadar fütursuzca konuşuyor, nereye gideceğini bilmediğiniz sözler söylüyorsunuz. 
Yoksa tazminat ödeyecek çok paranız olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Sabır ve farkındalıktan nasibinizi almamışsınız. 
Nedir sizi bu kadar kendinden emin kılan. Nedir sizi bir şaşkının nefreti ile sırtından bıçaklanmış gibi hissettiren?

Ütü sizin ütünüz değil mi?




12 Ağustos 2014 Salı

İnanılmaz (Unbelievable)

Bilmiyorum ama önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde 5 duyumuzdan herhangi biri ile temas edip şaşırıp "inanılmaz" diye bileceğimiz hiçbir şey kalmayacak.
İstanbul'un Fatih semtinde kadın yahut erkek mi olduğu anlaşılmayan bir müsvette parçası iki yavru ve bir anne kediyi canice bir şekilde tekmeleyerek öldürüyor.
Bir binanın güvenlik kamerasına yansıyan bu görüntüleri büyük bir sinir harbi içerisinde izledim.
Kediler ölünceye kadar tekmelenmek için ne yapmış olabilirler bilmiyorum ama bu müsvette parçası benim onu tekmeleyerek öldürmem için güzel bir neden vermişti.
Ama sonra...
Kediyi öldüren sinirin içimde bir insanı öldürecek kadar büyümüş olmasına şaşırdım.
Üstelik "şaşacak birşey kalmadı hayatta" derken.
İnsan kendine ďönmeye görsün. Hayat sil baştan başlıyor.
Okadar az tanıyor ve biliyoruz ki kendimizi.
Sınırlarımız ve sığlarımız inanılmazlarla dolu.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa'nın, Hızır (A.S) ile yaptığı yolculukta peygamber olmasına rağmen anlayamadığı olaylar karşısında gösterdiği sabırsızlık ve ilahi bir olguya bu kadar yakin olmasına karşın olaylara bir anlam vermemesi inanan herkese birşeyler anlatıyor olmalı diye düşünüyorum.
Kimseye sinirlenmeyin demiyorum. Sinirimiz olmasa sabrın bir anlamı olmazdı.
Ama bu konuda hiçbir insanın nasihate ihtiyacı yok. İnsan hayatı boyunca nasihatler silsilesi ile muhatap oluyor.
Bizim ihtiyacımız olan musibet.
Hata yapma lüksümüzü, hatasından ders alanların af dileyebilme (tövbe etme) lüksümüzü sonuna kadar kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.
Hayatta şaşıracak birşey kalmadığına üzülmüyorum.
Sıra insana (kendimize) geliyor diye seviniyorum.



16 Temmuz 2014 Çarşamba

Si-ya-set

       Söyleyeceklerimizi, söylenmesi gerekenlere söyleyemediğimiz için yazıyoruz, sanırım! Yorgunuz, cesaretimiz sabrımız ve en nihayatinde yorgun yaşama sevincimiz. Rahatlamak ve dinlenmek için bizim yapabileceğimiz hiçbirşey yok. Durması gereken biz değiliz. Cesaretimizi, sabrımızı ve yaşama sevincimizi zorlayıp sömürenler durup dinlenmeli, dinlemeli!

      Herkesi anlamaya çalışmak, bir taraf olup anlaşılmayı beklemek ve istemekten daha zordur.

      Empati yapmak, farklı fikri kabul etmek, benimsemek demek değil, sadece anlayış göstermek demektir.
Değişeceksiniz, karşı duramayacağınız bir güç karşısında mecburi bir değişime mecbur bırakılmadan önce. Değişimi kendi ellerinizle şekillendirmelisiniz.

      Vicdanınız eninde sonunda, değişken kişiliğinize dayanan mantığınızı mağlup edecektir.
Cesaretleri, sabırları, yaşama sevinçlerini tüketmeden. Değişin!

28 Mart 2013 Perşembe

Radyoculuğa Dinleyici Gözünden Şovenist Bir Yaklaşım

Bilgi ile şovenist olunmaz. Zekiler hesap yapar, aptallar sadece yapar.

Bilgiye ulaşmanın (google) kolaylığını, tembelliğin kolaylığı ile savıp başlıkta da belirttiğim üzere şovenist bir yaklaşımla radyoculuğu ve radyo programcılığını yorumlama arzusu içerisindeyim.
Radyonun icadı ve ilk radyo yayının yapılışları ile ilgili tarihsel bir yazı okumayacaksınız. Maalesef.

Türkiye'de radyo, radyoculuk konvansiyonel bir seyir izliyor. Değişiklik görebildiğimiz tek bölümü reklamları.   2 saatlik bir programın ortalama 40 dk'sı bariz reklamlarla, 20 dk'sı ise programcının bizzat dilinden pompalanan sponsor reklamları ile geçiyor. Süreler konusunda farklı radyoların farklı düzenlemeleri olsa dahi dinleyici gözünden yapılan genellemenin "ki en sağlıklı genellemedir." vahim sonucu budur.

Herkes aynı şeyi satıyor ise, ortaya pazarlamanın önemi çıkıyor. Pazarlama doğal olarak her beyinde "farklılaşma" ampulünü yakıyor. 

Diş macunu ile konuya biraz metafor katalım.
Bir market rafında 40 çeşit diş macunu mevcut. Müşteri olarak seçim yapmanız gerekiyor.
TV'de diş hekimi ablanın tavsiye ettiği markaya eli uzanan abilerimiz ve ablalarımız bu konunun istisnaları olsun.
"Akil insanlar" ne yapıyor ona bakalım. İhtiyaçlarını belirliyor elbette. Çürük var mı? Oluşma riski var mı? Sigara kullanıyorum! Tartar, plak oluşmaya başladı! vs vs. 
İhtiyacını bilen müşterinin tercihi her zaman en doğru tercihtir. Bilinçli tüketicilik budur! Bilindik markaları tercih etmek suni bir güven verir. Çünkü hassas dişinize fazla florürlü colgete kullanmak belki egonuzu okşar ama dişlerinizi çürütür. 

Radyo raflarında müzik olan bir markettir.

Müzik ruhun gıdasıdır demeyen, ya doğru müzikleri dinlemiyordur yahut ruhunda hitler sendroumu vardır.
Kötü fikirleri iyi bir mantıkla sterilize etmenin yersiz çabası içine girmek. Geçmiş liderlerin günümüz insanlarına kötü bir mirasıdır.
Gülmeye, ağlamaya, melankoli şöminesini harlamaya, bir yaraya tuz basmaya! Dinleyici olarak neye ihtiyacınız olduğunu sizden daha iyi kim bile bilir? Bir radyo programcısı mı? Asla!
Genele sunulan bütün hizmetlerin ortalama bir standartı vardır. Ve standartlar sizi ancak rıza gösterip boyun eğdiğinizde mutlu eder.

Bütün Duygu'lara hakkını vermelisiniz. En az Ayşe'lere Fatma'lara verdiğiniz kadar.

MTV Müzik ödüllerinde Justin Timberlake ödülünü aldıktan hemen sonra şu manidar cümleyi telafuz etme gereği duydu. "Kanallar ve Radyolar daha fazla müzik çalmalı"
Bir pop ikonu bile reklamlardan sıkılmış ve yayımcılara asli işlerini hatırlatmak zorunda kalmıştır. Manidardır.

Sevdiğiniz radyo kanalının varlığını sürdürüp mevcudiyetini muhafaza edebilmesi için gerekli olan reklamların bütününe karşı alınmış bir net tavır, çok saçma ve budalaca olur elbette.
Amaç da zaten bu değil. Her şey makul seviyelerde olmalı. Haddinden fazla reklam yapanların. Süte su katan sütçüden hiç farkı yoktur. Ve biz o sütçüyü hiç sevmiyoruz.

Geveze; yaklaşık 25 senedir bu işi yapan usta bir radyocu. Şuan radio virgin'de bir sabah programı yapıyor. Kendi dinleyici kitlesini oluşturmuş bir radyocu. Sabah programları arasında, kendi sınıfı içerisinde sabahın o saatinde isteyeni istemeyeni güldüre bilecek tek program. Ama benim anlam veremediğim bir reklam bombardımanı var programında. Doğal reklam aralarının haricinde üstelik. Geveze'nin bir parçayı anons ettiğini asla duyamazsınız. Çünkü kendisi bütün eforunu Doritos veya hazır çorba reklamı seslendirmeye harcıyor. Saygın Meteorolog Gökhan Abur ile yaptıkları günlük hava durumu sohbeti ise Samsung TV reklamına dönüşüyor. Geveze göstere göstere Süte su katıyor ki hiç ihtiyacı yok. Yoksa var mı?

Ama bilinçli tüketici olmak böyle bir şey. Kadın muhabbeti, Koray ile Sinan ve insanın içini titreten kapanış hikayelerinin yayın içerisindeki ortalama saatleri belli. O saatlerin dışında Geveze'nin karşısına yahut radyoda 2 numaralı tuşun altına Joy FM'de program yapan Ekim Baykara'yı koyuyorum. Neden? Çünkü Ekim gerçekten enerjisi ve bilgisi yüksek bir DJ. yakın zamanda "RTGD"den aldığı Yılın DJ'i ödülüde bunu doğrular nitelikte. Ekim Keşfetmekten korkmayanların dinleye bileceği bir radyocu En sevilen ve bilinen hit parçaları bile, tabağını itina ile süsleyen bir şefin profesyonellik ve hassasiyeti ile sunuyor. Dinlediğiniz şarkının kime ait olduğunun bildirilmesi. Özellikle yabancı şarkı yayını yapan radyo kanallarında çok önemli bir detaydır ama Ekim  daha fazlasını yapıyor. Şarkıcının yorumcusu yahut şarkının kendisi hakkında kimi zaman ansiklopedik, kimi zaman magazinsel ama çoğu zamanda kültürel bilgiler vererek dinleyicisinin zevkine sunuyor. Reklam pompalaması yok! Zaten Joy FM ve bağlı olduğu karnaval.com'un radyoları reklamlar konusundaki genel politikası çokta burada savunduğum tezin karşısında durur vahamette değil.

En cılkını çıkarmış olan Best FM hakkında bir şeyler söylemeye dilim varmıyor. Çoğu zaman kin ve nefret içerikli mesajlarının seviyesi yüzünden can sıkan Gazoz ağacı (Gazoz gazlı olur, gazı mı var acaba?) Cem Arslan bir yana. Doğrudan pazarlama yapılıyor kanalda? Best fm radyo kanalı mı? Best shop pazarlama kanalımı? Ben karar veremiyor isem bunun tek müsebbibi bizatihi kanalın yöneticileridir.

6 düğme altında 6 farklı radyo. Önemsiz bir detay gibi görüne bilir ama hiçte öyle değil. Çünkü sürücülerin %90'ı arabalarını ilk aldıklarında yan ve dikiz aynalarından önce radyo kanallarını ayarlıyorlar.
İstanbul trafiğinde can simidi olabilecek tek şey radyo!
Biz radyo ve radyo programcılığını ciddiye alıyoruz. Çünkü iletişimin değerine önem veriyoruz. Sosyal ağlar üzerinden aktif olmayan binlerce belki milyonlarcasına dinleyiciyi sadece sizi öven aktif dinleyiciniz yüzünden görmezden gelmemelisiniz.

Kaybedenler Kulübü etkisinde kalmış bazı radyo programcılarına şunu söylemek isterim o iş miadını doldurdu. Film çekildi, izlendi bitti. Kendini rezil etmek isteyen iki şaklaban gördüğünde sirk kaçkınına dönmek hiçte hoş değil. Düşen insan videolarına gülüyor olabiliriz ama onların hepsi sakarlık ve kaza sebepli. Sizin yaptığınız gülünsün diye insan düşürmek ki buna eşek şakası denir.


Ruh müzikte uykuya dalar sayın okuyucu. Ve uykular gereksiz kabuslarla bölündüğünde. Tek cümleyle huzursuzluk başlar.
Yangın itfaiye binasında ise, yangına kim müdahale edecek aziz okur?




22 Aralık 2012 Cumartesi

Tren idi, öküz idi. Tren idi, öküz idi...

Kendi çapında eğlenen bir varlığın, eğlencenin bittiğini anlaması biraz zor oluyor. Eğer eğlencenin bittiğini kimsenin artık gülmemeye başlması ile anlıyorsak bu böyle. Şimdi ağzın ayrı, beynin ayrı, en nihayetinde parmakların ayrı telden çalıyorsa. Arada bir koordinasyon kurulamadı ise. Bitmiyor, bitemiyor saçmalama ile sürdürülen acı törpüleme, halı altına keşke süpürmeler.

Var işte kendi çapında küçük bir dünyamız ve bu dünyada her zaman iyiler kazanmıyor. İthal bir kötünün zaferine her yaklaşıldığında. Kişisel korunma dürtüsü ile ortaya çıkardığımız yerli kötüye zafer bahşediyoruz. Bu bir sorun değil ama. Mantık stalizatörlerimiz devrede, en kötü fikri bile mantıklı hale getire bilen bu stalizatörün çıkarımı "Hey dostum rayda gitmesi gereken tren bile arada bir raydan çıkıyor. Sonuçta durup hayatını raya sokmaya çalışan herkes, hayatını raya değil, rayı hayatına sokmuştur.. Ki o ray acıtır ve hiç çıkmaz." oluyor.

Ya duygusalsın öküzsün, ya mantıklısın öküzsün. Güzel görünen bir öküz olabilirsin, Güzel mööölüyor dahi olabilirsin ama öküzsün işte.. Eğer hayatın boyunca geçen bütün trenlere başını kaldırıp sadece bakmakla yetindi isen öküzsün.

Yeterince "neye bakıyorsun be öküz" lafını duymuş olmalısın. Kendini tren sanan ineklerin arasından sıyrılma vaktinin geldiğini anlaman için daha kaç tren geçmesi gerekiyor bilmiyorum.. Seni farkındalığa götürmeyen anlamışlıklardan kurtulmalısın artık. Afet koordinasyon kurulun acil toplanmalı.

"Tamam dostum eğlence bitti" demelisin onlara

Hadi biraz da iş konuşalım...

13 Eylül 2012 Perşembe

Sistem (System)

* Sistem, kaybolduğu idda edilen kullanıcıları, kayıp ilan etmek için 24 yahut 48 saat beklemez. Sistem içerisinde bir kullanıcının varlığı ve yokluğu "anlık"tır. Sistem varlık ve yokluk hakkını kendisinde tutmaz, kullanıcılara bırakır. Bu hak devredilemez fakat karar aşamasında etkiye açıktır.

* Sistem her mala bir amele sözü vermez. Sistem amelelikte gönüllülük esası arar. Az amele sistemin suçu değildir. Ve bir suçlu belirtmek mecburiyetinde değildir. Suçlu arama konusunda ısrarcı olan kullanıcılar sistemin yönlendirmesi olmaksızın, "mal çok" sonucuna ulaşırlar. Sistem bu kullanıcıların kendi mallıklarını yüzüne vurmaz. Ayrı bir grupta kumelendirip bir birleri aralarında mallık-amelelik oynamalarına göz yumar. 

* Sistemin şansla olan ilişkisi kozmik bir durum değildir. Sistemin iyi bir hamleyi ödüllendirmesi, sistemin hataları cezalandırması durumundan hiç farklı bir işlem değildir. Hata yapanların çokluğu, iyi hamle yapanların azlığı durumu. Sistem içerisindeki kullanıcıların, yaptıkları hatalardan ders almamalarından kaynaklanan basit bir denklemin sonucudur. 

* Görünen en bariz gerçek sistemin "ama"lar üzerine calıştığıdır. Çünki sistem donanımları kullanıcıların algılarına göre dağıtmaz. Mesela sistemde zenginlik - dostluk ile eş değer bir donanımdır. Ve sistem içerisinde eş deger iki donanıma aynı anda sahip olamazsınız. Bu doğrultuda sistem kullanıcısına örnek verdiğim donanımlar soz konusu olduğunda net olarak şu mesajı vermektedir. "Zengin olabilir
sin ama gerçek dostluğa hasret yaşarsın." Sistem, sözlü mulakatla çalışmadığı için donanımlarınız seçimleriniz üzerinden dağıtılır. Burada ortaya çıkan gerçek, dostunuzu paraya tercih etmediğiniz sürece zengin olamayacağınızdır. Sistem satacağınız için banka hesabınıza bir sıfır ekleme sözü vermez. Sattığınız dostunuzun sistem içerisindeki ederi ters orantılı olarak çalışır aktif olmayan kullanıcıları satmak, sistemin yanlış hamle yapana ceza sistemine yardımcı olmak olarak değerlendirildiği için, "sisteme yardımcı olundu" notu ile verilecek donanımın sistem içerisindeki degeri arttırılır.

* Sistem, uğuruna ölmediğiniz konular için %100 haklılık sözü vermez. Ölüm sonrası kazanacağınız %100 haklılık onayı. Yaşayanlara devredilemez.

* Sistem, sizin dürüst yahut yalancı olmanız üzerinden işlem yürütmez. Sistem geneli kapsar ve her iki kişilik halininde aynı oranda yasam hakkı vardır. Sistem, sözlü mulakatla çalışmaz. Kimin kazanıp kimin kaybettiği ile ilgilenmez. Sistemin ilgilendiği tek konu ne kadar aktif bir "kullanıcı" olduğunuzdur. Sistem için en iyisi, sistemi ve içindekileri en iyi kullanan kullanıcı kişisidir.


Heyelan

Bebeğim algıda seçicilik var diyorlar.
Kime soralım "algıya tabi miyiz?"
Kızlar babalarına aşık olur diyorlar.
Babana benzeme ihtimalim kadar
Birlikteliğimize bahis koyuyorlar.
Bu adamlar tezgahı nereye kuruyorlar
Utanmadan "pazarda tanıştık" diyorlar.
Çengelköy hıyarının yanında
Badem gözlümü pazarlıyorlar.

Huzursuz bir uykudan uyanınca; ya etrafınızdaki karanlığa yenilip, gözlerinizi sımsıkı kapatırsınız. ya da sadece gözlerinizi açıp, karanlığa alışmasını beklersiniz. Zifir-i Karanlıktaysanız tercihinizi yapmışsınızdır.